HOŞGELDİNİZ....
     ANA SAYFA
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     BELGESELLER
     TARİH BİLİMİNE GİRİŞ
     İ.Ö. TÜRK TARİHİ
     TARİHTE İLKLER
     İLKÇAG TARİHİ
     İSLAM TARİHİ
     ANADOLU(TÜRKİYE) TÜRK TARİHİ
     DİNLER TARİHİ
     TÜRK İSLAM DEVLETLERİ
     DESTANLAR TARİHİ
     MİTOLOJİLER
     TÜRK DEMOKRASİ TARİHİ
     OSMANLI TARİHİ
     TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
     MUSTAFA KEMAL
     SİYASET TARİHİ
     DARBELER VE DEVRİMTARİHİ
     DÜNYA DEVRİM TARİHİ
     SUİKASTLAR TARİHİ
     İCATLAR VE BULUŞLAR TARİHİ
     DÜNYA TARİHİ
     BALKANLAR'IN TARİHİ
     ORTADOGU TARİHİ
     => ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI
     => İRAN-IRAK SAVAŞI
     => BÜYÜK ORTADOGU PROJESİ
     => DÜNDEN BUGÜNE ABD ORTADOGU POLİTİKASI
     => KADERİNİ ARAYAN ORTADOGU
     => ORTADOGU SORUNU 1964-1979
     => ORTADOGU SORUNU 1897-1948
     => ORTADOGU SORUNU 1982-1994
     => ORTADOGU SORUNU 1995-2003
     => IRAK
     => IRAK ÜZERİNDE İSRAİL PLANLARI
     => IRAK(KÖRFEZ)SAVAŞI
     => İSRAİL
     => SİYONİZM VE İSRAİL
     => 2006 İsrail-Lübnan Krizi
     => İRAN 2
     => MISIR
     => Suudi Arabistan
     => AFGANİSTAN
     => KUVEYT
     => 11 Eylül 2001 Saldırıları
     => BM Arap İnsani Kalkınma Raporu
     => TALİBAN
     => Truman Doktrini
     => Eisenhower Doktrini
     AVRUPA TARİHİ
     ERMENİ TARİHİ VE SORUNU
     KÜRT TARİHİ
     İRAN TARİHİ
     KIBRIS TARİHİ
     GAZETELER VE DERGİLER
     TÜRKİYE TANITIMI
     LİNK BANKASI
     TARİHTEN RESİMLER
     TARİH TEST BANKASI




AYTEN ARSLAN - DÜNDEN BUGÜNE ABD ORTADOGU POLİTİKASI


SİTEME HOŞGELDİNİZ..(TARİH ÖGRETMENİ AYTEN ARSLAN)

Dünden Bugüne ABD'nin Ortadoğu Politikası

İnsanlık 20. yüzyılda önemli bir değişim sürecine girdi. Teknolojinin hızlı bir gelişme göstermesine rağmen insana saygı ve beşeri değerlerin korunması konusundaki duyarlılık da ciddi bir şekilde zayıflamaya başladı. Bu yüzyılda dikkat çeken önemli bir gelişme de, çağa damgalarını vurduklarını inkâr edemeyeceğimiz belli başlı sömürgeci güçlerle uluslararası Siyonizm arasında göze batan bir işbirliğinin gerçekleşmesidir. Bazı siyonistlerin 20. yüzyılı siyonizm yüzyılı olarak nitelemeleri de bu yüzdendir.

ABD yüzyılın başında sömürgecilikte İngiltere'yle yarışabilecek bir güce sahip değildi; ama onu geçmeyi hedeflemişti. 1897 Basel konferansından sonra Avrupa'da önemli bir siyasi güç haline geldiğini ve İngiliz sömürgecilerle yakın işbirliği içine girdiğini gördüğü uluslararası siyonizmi kendi tarafına çekmek için ona göz kırpması da bu yüzdendi. İşte 21 Eylül 1922 tarihinde Amerikan Kongresi'nin Filistin topraklarında bir yahudi yurdu kurulmasına dair karar almasının arkasında bu göz kırpma siyasetini görmek mümkün. Gerçi o zaman Filistin toprakları İngiliz işgali altındaydı. İngilizlerin buraları işgal etmesinin hedefi de zaten siyonistlerin devlet kurma hedeflerini gerçekleştirmeleri için gereken alt yapıyı kurmak ve dünyanın değişik yörelerine dağılmış yahudilerin özellikle de antisemitist hareket yüzünden Avrupa halkları tarafından sürekli dışlanan ve sorun oluşturan Avrupalı yahudilerin bu topraklara göç etmelerini sağlamak için şartları oluşturmaktı. O zaman büyük ölçüde İngilizlerin politikasına hizmet eden ve şimdiki BM'nin görevini yerine getiren Milletler Cemiyeti de Filistin topraklarını İngiltere'nin vesayetine vermişti. Bu itibarla Amerikan Kongresi'nin söz konusu kararının bir siyaset yapmanın dışında aktif bir rolünün olamayacağı belliydi.

Ama o zaman, çağın önemli sömürgeci güçleriyle yarışa girme hazırlığı yapan ABD, siyonistlerle işbirliği içine girmek için böyle bir siyasetin ileriye dönük yararlar sağlayacağını umuyordu. İşte bu işbirliği siyaseti dünden bugüne hiç değişmedi.

Şimdi uluslararası siyonizmin Filistin topraklarında önemli bir güç haline gelmesi ve varlığını koruması için ABD'nin izlediği siyaset ve bu siyasete bağlı olarak gerçekleşen birtakım gelişmeler hakkında özet bilgiler verelim:

İşgalci ve Sömürgeci Bir Bakış Tarzı

Amerikan Kongresi'nin 21 Eylül 1922 tarihli kararı işgalci anlayışın bir ürünüdür. Çünkü kararda Filistin'de yahudiler için bir yurt oluşturulması öngörülüyordu. Oysa o tarihte Filistin toprakları boş değildi. Üstelik nüfus yoğunluğu bakımından da dünyanın önde gelen bölgelerinden biriydi. Nakab çölü dışındaki bütün topraklarının tarıma elverişli olması, hem Kızıl Deniz'e hem de Akdeniz'e sahilinin olması, bunun yanı sıra iki büyük kıtayı Afrika ve Asya kıtalarını birbirine bağlaması dolayısıyla o günün şartları açısından azımsanamayacak sayıda insanı barındırıyordu. Dolayısıyla dünya yahudilerinin o topraklara nakli o topraklarda yaşayan insanların göçe zorlanmasını gerektirecekti. Böyle bir şeyin hedeflenmesi ise tam anlamıyla saldırgan, işgalci, sömürgeci ve ilkel bir anlayışı yansıtır.

İsrail'in Kuruluşu ve ABD

Daha önce İngiliz sömürgecilerin güdümündeki Milletler Cemiyeti'nin uluslararası platformda etkinliğini kaybetmesinden sonra kurulan Birleşmiş Milletler teşkilatının İsrail işgal devletinin kurulmasında önemli bir rolü olmuştur. Büyük ölçüde ABD güdümünde ortaya çıkan bu teşkilat, İngiliz işgalcilerin Filistin topraklarını terk etmesinin hemen ardından, yahudilerin İsrail devletinin kuruluş deklarasyonunu yayınlamalarıyla birlikte 181 sayılı bir Genel Kurul kararı alarak Filistin topraklarını yahudilerle Araplar arasında paylaştırdı. Filistin topraklarının verimli bölgelerinden oluşan % 60'lık kısmını yahudilere veren bu karar yüzünden 960 bin Filistinli Arap evsiz, mülteci durumuna sokuldu. Bu kararın alınmasında başı çeken ABD'ydi. İsrail'i ilk tanıyan ülkeler de ABD ve SSCB oldu.

1967 Haziran Savaşı ve ABD

İsrail, işgali altındaki toprakları genişletmek için başlattığı 1967 Haziran savaşında ABD'den büyük destek gördü. Bu savaş İsrail'in 5 Haziran 1967 sabahı Mısır'a saldırmasıyla başladı. İsrail uçakları önce Akdeniz üzerinden Mısır'ın batı tarafındaki hava alanlarını bombalayarak üç saate yakın bir süre içinde 300 kadar Mısır askeri uçağını yerde imha ettiler. İsrail uçaklarının bu saldırı esnasında Akdeniz'deki Amerikan filosundan ikmal yaptıkları bilinmektedir. Savaşla ilgili bazı belgelerin ve hatıratların işaret ettiğine göre bu savaşta Suriye'nin Golan tepelerini İsrail'e terk etmesinde de ABD'nin siyasi bir rolü olmuştur. O zaman Suriye hava kuvvetleri komutanı ve genel kurmay başkanı olan Hafız Esed'in devlet başkanı olma emelini gerçekleştirmek için ABD ile anlaşarak Golan tepelerini bile bile teslim ettiği ileri sürülmüştür. Golan tepelerinin coğrafi konumu ve stratejik durumu göz önüne getirildiğinde bu iddiaya hak vermemek mümkün değildir.

Kara Eylül Hareketi ve ABD

Kara Eylül hareketi Ürdün yönetiminin, 1970'teki Filistin direnişini kırmak ve Ürdün'deki bütün Filistinli grupları çıkarmak için başlattığı harekettir. Bu hareketin haklı çıkarılması için 1 Eylül'de Filistinli gerillaların Ürdün kralı Hüseyin'e karşı bir suikast girişiminde bulundukları ileri sürüldü. Kara Eylül hareketinde Suriye Filistinli gerillalara destek vermek amacıyla kuzeyden Ürdün'e girerek savaşa müdahale etti. Bu kez ABD devreye girerek Kral Hüseyin'in tahttan indirilmesine izin vermeyeceğini bildirdi. ABD İsrail yönetimiyle de anlaşarak Kral Hüseyin'in zor durumda kalması halinde müdahalede bulunmak üzere anlaştı. Dolayısıyla İsrail kuvvetleri Kral Hüseyin'e yardım için bütün askeri hazırlıklarını yaptılar. ABD bir yandan da Sovyetler Birliği'ne baskı yaparak Suriye'nin Ürdün'den çekilmesi için müdahalede bulunmasını istedi. Sonuçta Suriye Ürdün'den çekilmek zorunda bırakıldı. Bütün bu gelişmeler Eylül 1970 hareketinde Filistinli grupların tasfiyesi için Ürdün, İsrail ve ABD arasında üçlü bir ittifak oluşturulduğunu ortaya çıkardı. Ürdün 27 Eylül 1970'te Filistinli gerillalarla bir anlaşma imzaladığı halde kendisi bu anlaşmaya uymayarak gerillaları tamamen imha etme veya Ürdün topraklarından silip atma amacına yönelik hazırlıklarını da ABD'nin desteğiyle yoğun bir şekilde sürdürdü. Kral Hüseyin bu hazırlıkları sürdürdüğü sırada ABD'deki yahudi lobisinin ileri gelenlerinden olan ve bir ara ABD dışişleri bakanlığı yapan Henry Kissenger'le yoğun temas içindeydi. Filistinli gerillaların Ürdün'den çıkarılmasıyla İsrail'in işgal altında tuttuğu toprakların doğu sınırı güvenceye alınmış olacaktı. Derken 13 Temmuz 1971'de Ürdün yönetimi Filistinli gerillalara karşı geniş çaplı bir askeri operasyon başlattı. Birkaç gün süren operasyonda Filistinli gerillalardan ve sivillerden toplam 3000 kişi öldürüldü. Filistinli mültecilerin kaldığı kamplar tamamen yerle bir edildi. Sağ kalabilen gerillaların tamamı da Ürdün'ü terk ederek Suriye veya Lübnan'a gitmek zorunda bırakıldılar.

Camp David Anlaşması ve ABD

Mısır'ın İsrail'i resmen tanıması anlamına gelen Camp David anlaşması İsrail işgal rejiminin Arap kampını bölmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. İşte bu anlaşmanın mimarı da ABD dışişleridir. 1973'te gerçekleşen ve Yom Kippur Savaşı olarak adlandırılan savaştan sonra imzalanan mütâreke anlaşmasının ardından Amerika'daki yahudi lobisinin ileri gelenlerinden olan ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger Mısır'la İsrail arasında bir mekik diplomasisi başlattı. Bu diplomasinin ürünü de 17 Eylül 1978 tarihinde imzalanan Camp David anlaşması oldu. Anlaşmaya göre İsrail 1967 Haziran savaşında işgal ettiği Sina yarımadasından çekilecek buna karşılık Mısır, İsrail'i resmen tanıyacak ve onunla diplomatik ilişkileri başlatacaktı. Böylece ilk kez bir Arap ülkesi İsrail'i resmen tanımış ve işgal ettiği topraklar üzerindeki gayri meşru varlığını meşru bir varlık gibi kabul etmiş oluyordu. Bu anlaşmayla İsrail aynı zamanda Arap ülkelerinin en güçlülerinden sayılan Mısır'ı devre dışı bırakmış oluyordu. Bu sayede İsrail, Mısır tarafını güvenceye aldığından Filistinliler üzerine daha fazla yüklenme imkânı bulacaktı. Arap ülkeleri başlangıçta Camp David anlaşmasına tepki gösterdiler ve Mısır'la ikili ilişkileri kesme kararı aldılar. Ancak bu boykot uzun sürmedi ve ABD'nin oyunlarıyla Arap ülkelerinin Mısır'a karşı uyguladıkları boykot kademe kademe kırıldı.

ABD - İsrail Stratejik Yardımlaşma Anlaşması

1981'de ABD ile İsrail arasında Stratejik Yardımlaşma Anlaşması adıyla bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya bağlı olarak ABD'nin İsrail'e yardım ve desteği daha da arttı. Söz konusu anlaşmada Golan tepelerinin ilhak edildiğinin açıklanması ve Irak'ın nükleer santrallerinin bombalanması da karara bağlanmıştı. Bu anlaşmanın, İran - Irak Savaşı dolayısıyla Filistin meselesinin ikinci plana itildiği bir döneme denk getirilmesi de sinsi bir oyundu.

Irak'ın Osirak Santralının Bombalanması

İsrail, 8 Haziran 1981'de Irak'ın Osirak nükleer santralına havadan saldırı düzenleyerek bu santralı tamamen imha etti. Bu işi başarması ABD'nin destek ve yardımıyla olmuştu. Çünkü bu santrallerin yerlerini gösteren en gelişmiş sisteme sahip HK-11 uydusundan çekilmiş fotoğraflar İsrail'e ABD tarafından verilmişti. ABD, yakın dostlarından ve NATO'daki ortaklarından olan İngiltere'ye HK-11 uydusundan çekilmiş fotoğrafları vermezken İsrail'e bu uydudan çekilmiş ve Irak'ın nükleer santrallerini gösteren fotoğrafları tereddüt etmeden vermişti. Yukarıda sözünü ettiğimiz Stratejik Yardımlaşma Anlaşması'nda bu da vardı.

Tunus'taki FKÖ Karargâhının Bombalanması

1985'te İsrail uçakları Tunus'taki FKÖ karargahını bombaladılar. Bu bombalama olayında uçaklar ABD'nin Akdeniz'deki 6. filosundan yararlandılar. Filistinli gerillaların büyük bir çoğunluğu 1970'teki Kara Eylül hareketinin ardından Ürdün'den çıkarıldıktan sonra Lübnan'a sığındı. Ancak İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesinden sonra bu ülkeyi de terk ederek Tunus'a geçmek zorunda kaldılar. Tunus'taki FKÖ karargahı da dediğimiz gibi ABD filosunun desteğiyle 1985'te bombalandı.

Musa Ebu Merzuk'un Tutuklanması

Dr. Musa Ebu Merzuk, HAMAS'ın Siyâsi Birim (el-Mektebu's-Siyâsi) başkanıydı. Siyâsi Birim, örgütün dış münasebetleriyle, siyâsi faaliyetlerinin organizasyonuyla ilgilenir. İşgal yönetimine karşı silahlı mücadele ise askeri kanat tarafından organize edilir. Bunun yanı sıra HAMAS'ın askeri eylemleri sadece İsrail işgal yönetimine karşıdır. Bunun Bosna-Hersek'te Sırp işgaline, Çeçenistan'da Rus işgaline, Afganistan'da Sovyet işgaline ve benzeri işgallere karşı verilen mücadeleden farkı yoktur.

Dr. Musa Ebu Merzuk uzun yıllar ABD'nde kalmış, doktorasını orada tamamlamış, iki çocuğu orada doğmuş, ailece ABD'de sürekli ikamet hakkına sahip bir akademisyen. ABD'nde oturduğu süre içinde kendisinin veya aile fertlerinden birinin bu ülkenin kanunlarına aykırı bir hareketi görülmemiş.

Ebu Merzuk Haziran 1995 başlarında Ürdün'den sınır dışı edildi. Bunun ABD ve İsrail'in istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir sınır dışı olduğu kesindi. Çünkü Ebu Merzuk, ABD'nde ikamet hakkına sahip olduğundan Ürdün'den çıkarıldıktan sonra bu ülkeye gitmesi kuvvetli ihtimaldi. Nitekim Ürdün'den sınır dışı edildikten bir süre sonra, 25 Temmuz 1995 tarihinde ABD'ne giriş yaptığı anda Jhon Kennedy havaalanında herhangi bir gerekçe gösterilmeden tutuklandı. Tutuklamanın ABD kanunlarına göre herhangi bir gerekçesinin olmaması tamamen İsrail'in isteğiyle gerçekleştirildiğini ortaya koyuyordu. İsrail önce Ebu Merzuk'un kendisine teslim edilmesini istedi. Ancak onun teslim edilmesinin İsrail açısından önemli sorunlar ortaya çıkaracağı kanaatinin hasıl olması üzerine ABD, yaklaşık iki yıl zindanda tuttuğu Ebu Merzuk'u yeniden Ürdün'e gönderdi.

Yeni Dünya Düzeni Teorisi ve Ortadoğu

Bilindiği üzere ABD, Doğu blokunun çökmesinden sonra tek kutuplu dünya fikrinden hareketle Yeni Dünya Düzeni teorisi adı altında bir teori ortaya attı. Bu teoriye endeksli olarak İsrail işgal rejiminin eski dışişleri bakanı ve başbakanı Şimon Peres de "Yeni Ortadoğu Düzeni" adlı bir teori geliştirdi. Hatta bu adla bir de kitap yazdı. Nitekim birincisi Kazablanka'da ve ikincisi Amman'da gerçekleştirilen Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri Ekonomi Zirveleri'nde de bu teorinin öne çıkarıldığı görülür. Bu teori, İslâm ülkelerini geçmişe oranla daha çok sömürge haline getirmeyi, bu ülkelerin bütün ulusal servetleri üzerinde ABD'nin ve onun himaye ettiği siyonizmin hâkimiyet kurmasını amaçladığı gayet açıktır. Tüm Müslüman toplumların aleyhine olan bu teorinin en kısa zamanda pratiğe dönüştürülebilmesi için yoğun bir faaliyet yürütüldüğü ve bazı Arap ülkelerindeki yöneticilerin de bu konudaki çalışmalara çanak tuttukları ortadadır.

Oslo İlkeler Anlaşması'nda ABD'nin Rolü

Oslo İlkeler Anlaşması, Filistin davasına vurulan en büyük darbelerden biridir. Bu anlaşmayla Filistin cephesinin temel ilkeleri olan Filistin vatanının bölünmezliği ve gayri meşru işgalin hiçbir zaman meşru hale getirilemeyeceği prensipleri FKÖ tarafından rafa kaldırılmıştır. İşte bu anlaşmanın ve ona bağlı olarak imzalanan Kahire, Taba ve el-Halil anlaşmalarının imzalanmasında ABD'nin oldukça büyük bir rolü olmuştur. HAMAS resmi sözcüsü İbrahim Goşe bu konuyla ilgili bir açıklamasında, Arafat'ın Oslo'daki hıyanetiyle Filistin'deki intifadaya bir darbe vurduğunu, Filistin'in, Mescidi Aksa'nın geleceklerini Filistinlilerin hürriyetlerine kavuşma ve kendi siyasi çizgilerini belirleme haklarını abluka altına soktuğunu, bu arada gerek Filistin'deki ve gerekse çevredeki İslâmi uyanış hareketlerinin ilerleyişlerini durdurmak için siyonistlerle ve ABD yönetimiyle işbirliği içine girdiğini dile getirmişti.

Güney Lübnan'daki İsrail İşgali ve ABD

İsrail, Lübnan topraklarını 1982'de işgal etti. Bu işgalde başkent Beyrut dahil bu ülkenin birçok şehrini ele geçirmişti. Üç yıl süren işgalden sonra İsrail kuvvetleri kısmen çekildiler. Ancak İsrail kuvvetlerinin Lübnan'dan tamamen ve şartsız çekilmelerini isteyen 425 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına rağmen Güney Lübnan'dan hâlâ çekilmiş değiller. Bu bölgede bir de SLA (Güney Lübnan Ordusu) adı altında bir paralı birlik oluşturdular. Gerek bu birliği kullanarak ve gerekse kendi işgal kuvvetleriyle Güney Lübnan'daki sivillere karşı sık sık saldırılar düzenlemektedirler. Ama İsrail, bu saldırılarının tümünde ABD desteğini yanında buluyor. İsrail'in Güney Lübnan'a yönelik saldırılarına Arap dünyasından ciddi bir şekilde itiraz etmeye kalkışana karşı ABD hemen değneğin ucunu göstermekte ve bu tehdit etkili olmaktadır. İsrail'in gerçekleştirdiği ve çoğu çocuk 108 kişinin ölümüne yol açan Kana katliamıyla ilgili olarak ABD dışişleri: "Olur böyle vakalar. Hizbullah saldırmasaydı bunlar olmayacaktı" şeklinde açıklama yapmıştı. Oysa söz konusu olay öncesinde saldıran taraf İsrail'di. Üstelik Hizbullah Lübnan topraklarının İsrail işgal güçlerinden temizlenmesi için İsrail ise Lübnan topraklarındaki varlığını sürdürmek için saldırıyordu. ABD yönetimi ayrıca İsrail'in Güney Lübnan'a asker yığmasını haklı bulduğuna dair açıklama yaptı.

Siyonizmin Irkçılık Olduğuna Dair BM Kararının İptali

BM Genel Kurulu 10 Kasım 1975 tarihinde, 3379 nolu ve siyonizmin bir tür ırkçılık olduğuna dair karar almıştı. Karar siyonizmin ırkçılık olduğunu ispat eden birtakım belgeleri de ekte sunuyordu. Ancak bu karar daha sonra ABD başkanı George Bush'un baskılarıyla iptal edildi. Oysa siyonizmin ırkçılık sıfatının değişmediği bilinmektedir. Bu kararın iptalinde merkezi Türkiye'de olan 500. Yıl Vakfı yoluyla yürütülen çalışmaların ve dünyadaki çeşitli güç merkezlerine yakınlıklarıyla bilinen yahudi lobilerinin önemli rol oynadığı bir gerçektir.

Şarmu'ş-Şeyh Zirvesi

Filistin'de ilki 25 Şubat 1995 tarihinde gerçekleştirilen ve birbirini izleyen istişhadi eylemlerin sonuncusunun üzerinden tam dokuz gün geçtikten sonra Mısır'ın Şarmu'ş-Şeyh kasabasında önce "Terörle Mücadele Zirvesi" sonra "Barışı Koruyanlar Zirvesi" olarak adlandırılan ve Şarmu'ş-Şeyh Zirvesi olarak tarihe geçen bir zirve gerçekleştirildi. İsrail'in geleceğinin tehlikede olduğu korkusuyla gerçekleştirilen bu zirvenin öncülüğünü yapan da ABD'ydi.

Kudüs'ü İsrail'in Başkenti Yapma Çabaları

Siyonist işgalcilerin Kudüs'ü ele geçirmelerinde ve bu şehir üzerindeki saltanatlarını kuvvetlendirmelerinde BM ve ABD'nin önemli rolü olmuştur. BM, işgal yönetiminin Doğu Kudüs'ü ilhak etmesini tanımayan birtakım kararlar almasına rağmen ilhak işlemlerinin durdurulması, işgalin sona erdirilmesi ve "yahudileştirme" faaliyetlerinin önlenmesi için hiçbir tedbir almamıştır.

ABD'nin Kudüs'le ilgili politikalarının amacı ise sinsi birtakım oyunları kullanarak Müslümanları Kudüs'le ilgili bütün haklarından vazgeçmeye zorlamaktır. Bu amaçla sözde "barış (!)" sürecinde üzerinde yoğun ihtilaf olduğu gerekçesiyle Kudüs meselesinin "nihâi anlaşma merhalesi"ne bırakılmasını istemiş, "Filistin tarafı" sıfatı taşıdıklarını ileri sürenler de bu teklifi kabul etmişlerdi. Ancak bu tamamen bir hileydi ve Kudüs'teki yahudileştirme faaliyetleri için İsrail'e fırsat tanıma amacı taşıyordu.

Şu an izlenen politikaların amacı da "Filistin tarafı" sıfatıyla "nihâi anlaşma merhalesi" görüşmelerine katılacak ekip vasıtasıyla bu kutsal şehirle ilgili hile ve oyunların sonuçlandırılması ve işgal rejiminin şehir üzerindeki sultasının kesinleştirilmesidir. ABD eğer bu amacını gerçekleştirebilirse, tıpkı siyonizmin bir ırkçılık olduğuna dair BM kararlarını iptal ettirdiği gibi Kudüs'le ilgili kararlarını da iptal ettirmeye ve böylece İsrail'in bu şehri başkent ilanını uluslararası platformda resmileştirmek için girişimlerde bulunmaya kalkışabilir. Nitekim ABD, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımaya ve Tel Aviv büyükelçiliğini 1999'da Kudüs'e taşımaya hazırlandığını dünyaya ilan etti. 1999 yılı ise "nihâi anlaşma merhalesi"nin biteceği yıl olarak ilan edilmiştir. Demek ki, sinsi bir oyun oynanmakta ve "nihâi anlaşma merhalesi" bu sinsi oyunun nihâi merhalesi olarak değerlendirilmek istenmektedir.

ABD 1995 Mayıs'ında, İsrail işgal rejiminin Kudüs'te Müslümanlara ait 350 dönüm araziyi gasp etmesini kınayan ve bu kararın iptalini isteyen BM kararını veto etti. Böylece Kudüs konusunda İsrail işgal rejimiyle aynı çizgide olduğunu ve onun gaspçı politikasını her yönden desteklediğini bütün dünyaya gösterdi.

Kudüs'teki "yahudileştirme" çalışmalarına ABD, çeşitli Avrupa ülkeleri ve siyonist örgütler maddi destek sağladılar. Özellikle Amerika ve Avrupa'daki yahudi azınlıklar aralarında para toplayarak Kudüs'teki "yahudileştirme" çalışmalarının finanse edilmesi üzere gönderdiler.

ABD'nde Siyonist Terör Örgütleri

ABD siyonist terörün de en büyük destekçisi ve yardımcısıdır. Çeşitli siyonist terör örgütlerine kendi topraklarında her türlü faaliyet imkânı sağlamaktadır. Kach ve Kahane Yaşıyor adlı yahudi terör örgütleri en rahat çalışma imkânını Amerika'da bulabilmektedirler. Bu örgütler orada terör eğitim kampları kurarak adam yetiştirmekte sonra da onları Filistin topraklarına göndererek oradaki resmi teröre sivil destek sağlamaktadırlar. ABD yönetimi yahudi terör örgütlerine bu tür kolaylıklar sağlamasını: "Bu adamlar Avrupa'da yıllarca baskı altında tutulmuş, çeşitli katliamlara maruz kalmışlar. Yürekleri acılarla dolu. Dolayısıyla onları anlayışla karşılamak ve bazı aşırılıklarına göz yummak gerekir" diyerek izah etmeye çalışıyor. Bir sabah namazı vaktinde Hz. İbrahim Camisi'ne baskın düzenleyerek ibadetlerini yapmakta oldukları sırada Müslümanların üzerine kurşun sıkan ve 67 masum insanı şehid eden yüzlercesini de yaralayan Barush Goldstien adlı terörist terör eğitimini Amerika'da almıştı. Goldstien birçok siyonist terörist gibi hem İsrail hem de ABD pasaportu taşıyordu. ABD yönetimi bu ülkede yaşayan Müslümanların Filistin'deki mağdur Müslümanlara yardım göndermelerini bile engellerken ve Filistin'e yardımda bulunduğu tespit edilen kuruluşların banka hesaplarını dondururken yahudi zenginlerin siyonist terör örgütlerine istedikleri gibi yardımda bulunmalarına fırsat vermektedir.

ABD Yardımlarında İsrail Birinci Sırada

ABD'nin 1994 yılında İsrail'e yaptığı ayni ve nakdi yardımların toplamının, 3 milyar dolarlık yıllık mutad para yardımı da dahil olmak üzere, yaklaşık 14 milyar doları bulduğu bildirildi. Bununla birlikte ABD Bütçe bakanlığının verdiği raporlara göre bu ülkenin 1994 yılı içinde İsrail'e yaptığı yardımlarda bir önceki yıla oranla azalma oldu. Verilen bilgilere göre İsrail'e yapılan yardımlar ABD'nin tüm dış yardımlarının % 21.4'ünü oluşturuyor. Buna rağmen ABD Kongresi'ndeki ve Senatosu'ndaki bazı üyeler dış yardımların biraz kısılmasını ancak İsrail'e yapılan yardımların aynen devam ettirilmesini istediler.

İsrail'in Nükleer Silahlanması Karşısında ABD Tavrı

İsrail'in elinde 200 adet nükleer başlıklı füze olduğu sanılıyor. İsrail, Nükleer Silahların Sınırlandırılması Anlaşması (NPT)'na imza atmadığı halde ABD bu ülkeye herhangi bir baskı yapmıyor. Oysa ABD anlaşmaya imza atmayan ve nükleer programı olan diğer ülkelere veya imza atıp da anlaşmanın gereğini yerine getirmeyen ülkelere baskı yapmaktadır. İsrail'i ise sürekli temize çıkarmaya çalışıyor. Örneğin İsrail'in Dimona'daki büyük nükleer reaktörünün bir mensucat fabrikası olduğunu ileri sürdü. Oysa bugün İsrail'in en modern nükleer reaktörünün Dimona reaktörü olduğu sanılıyor. Bu reaktörün yeraltı tesisleri de bulunmaktadır. İsrail'in bugün nükleer silah gücüne sahip olan dünya ülkeleri arasında ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin'den sonra altıncı sırada yer aldığı biliniyor.

Bu şekilde sürekli nükleer gücünü artırmaya çalışan İsrail, nükleer silah edinmeye ve nükleer sanayisini geliştirmeye çalışan İslam ülkelerine baskı yapılması için ABD'yi sürekli teyakkuz halinde tutmaya çalışmaktadır. Geçmişte Pakistan'ın nükleer gücünü geliştirme çabası içine girmesi üzerine "İslâm bombası" adlı bir anti-propaganda bombasını patlatan İsrail'di. Ziyau'l-Hak (Allah kendisine rahmet eylesin)'ın özellikle Hindistan tehdidine karşı nükleer araştırmalar başlatması üzerine piyasaya sürülen ve Pakistan'a karşı bütün dünyayı ayağa kaldıran "İslâm Bombası" adlı kitap iki yahudi yazar tarafından yazılmıştı. ABD'nin nükleer araştırmaları durdurması için Pakistan'a baskı yapmasını isteyen de en başta İsrail'di. Nükleer programını durdurma yönündeki isteklere olumlu cevap vermeyen general Ziyau'l-Hak'ın bir suikast sonucu şehid edildiğini hepimiz biliyoruz. ABD, İran'ı da nükleer silahlar edindiği iddiasıyla sürekli sıkıştırıyor. İran'a yönelik ambargo uygulamasının ilk başlangıcında bu suçlama vardı. Nükleer sanayi kurmaya çalışan Irak'ın Osirak reaktörünün ABD'nin desteğiyle İsrail uçakları tarafından 1981'de bombalandığından daha önce söz etmiştik.

ABD, İsrail'in silahlanmasına göz yummasını izah etmek için "bu ülkenin kritik bir konumda" olduğunu ileri sürüyor. Oysa İsrail ordusunda en üst makamlarda görev almış bir kişi kendilerinin herhangi bir nükleer saldırıya yüz katıyla cevap verebilecek güce sahip olduklarını söylemişti. Bu itiraf asıl kritik durumda olanın hangi taraf olduğunu ve asıl tehdidin nereden kaynaklandığını bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Gerçek şu ki, ABD her konuda olduğu gibi bu konuda da çifte standart politikası uygulamayı siyâsi ahlâkına ters görmüyor. Zaten ABD'nin benimsemiş olduğu makyavelist devlet felsefesinde herhangi bir ahlâki değere yer olmadığı bilinmektedir.

İsrail Aleyhine Görülen BM Kararlarının Veto Edilmesi

Bilindiği üzere ABD, BM kararlarını veto etme hakkına sahip beş ülkeden biridir. ABD bu hakkını çoğunlukla İsrail için kullanmaktadır. Bu amaçla son yıllarda İsrail aleyhine gibi görülen birçok BM kararı ABD tarafından veto edildi. Örneğin Kudüs'ün Ebu Guneym tepesine yahudi yerleşim merkezi inşasının durdurulmasını isteyen BM kararı ABD tarafından veto edilen son kararlardan biridir. Yine Güney Lübnan'daki katliamlarından dolayı İsrail'in kınanmasını isteyen karar da ABD tarafından veto edildi.

Sonuç

Bunlar ABD'nin İsrail'i koruma ve yaşatma politikasının pratiğe yansıyan uygulamalarından birkaç örnek. Bütün bu gelişmeler göz önünde bulundurulursa ABD'ne "Büyük İsrail" demek mümkün olabilir. Doğrusu siyonistler "vaadedilmiş topraklar" masalından yola çıkarak planını kurdukları "Büyük İsrail" hayallerini coğrafi yönden gerçekleştirmiş olmasalar da, ABD'yi kontrollerine almak suretiyle siyasi yönden gerçekleştirmiş bulunuyorlar. İsrail'in fiilen ayakta durması da ABD sayesinde olmaktadır. Ama dev gibi Doğu blokunun çöküşüne hep birlikte şahit olduk. ABD'nin başını çektiği "siyonizm bloku"nun çöküşünü de uzak bir ihtimal olarak görmüyoruz


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol